28 Şubat 2009 Cumartesi

Aforizmalar

Bana elini verme, seninle vedalaşmayacağım, çünkü sen ve ben biriz...

İçimde yaramı boyuna kurcalayıp verdiği acıdan zevk alma ihtiyacı vardı.
dostoyevski

Sevgi ve Nefret

Sevgi… Ne kadar güçlü bir şeymiş. Eskiden fazla inanmazdım sevgiye, aşka ve benzer duygulara. Güçlerini kabul ederdim, tamam ama yinede birisi bana gelse saygı mı sevgi mi dese saygı derdim. Çevremdeki insanların bana sevgi duymasından çok saygı duymasını tercih ederdim. Son zamanlarda gerek yaşadıklarımla gerek gördüklerimle bu düşüncem değişir gibi oldu açıkçası. En azından yakın çevremiz için sevgiye açız. Sevgiye gereken önemi vermiyorsak bunun iki nedeni vardır.
1: Kişi sevginin ne olduğunu bilmiyordur. Cahildir bu konuda. Dünyanın en büyük şarap mahzenine girmiştir ama daha önceden tattığı birkaç uyduruk şarap dışındaki şarapları tatmaya korkuyordur.
2: Kişi sevginin ne olduğunu ayırt edemiyordur. İçinde yaşıyor ama gereken önemi vermiyordur. Onu ancak kaybettiği zaman anlar.
[Agony] Love left you, without me you're all alone!
Ben ikincisini yaşadım. Kaybettiğim kişinin, dostumun benim için ne kadar önemli olduğunu ancak o gidince anladım. Pişmanlık? Olmaz mı, ama ne faydası var. Gittikten sonra geriye bakılmıyor bazı durumlarda, eh giden kişi de haliyle geride bıraktığının ne halde olduğunu pek göremiyor. Anlaması için benzer bir duruma düşmesi gerekiyor kimi zaman da kendisini zamana bırakması. Zamanla anlarsa ne mutlu, yoksa aynı duruma düştüğü zaman o da çok acı çekiyor. Demek bunları yaşatmışım ona diyor insan. Vicdan azabı, pişmanlık duymaya başlıyor. Empati kuruyor geçmişte aynı şeyleri yaşattığı kişiyle ama bu o gün çektiği acıyı geçirmiyor ne yazık ki. Bazı şeyleri zamanında fark etmek gerekiyor.
Sevgiye sahipseniz bunu zamanında fark etmek ve ona gereken değeri vermek en iyisi. Sonra vicdan azabı ve gözyaşları için çok geç, çok faydasız çünkü. Sevgi bu dünyadaki en güçlü duygulardan birisidir. Onunla yarışabilecek diğer duygu tam zıttıdır. Genellikle yine sevgiden doğsa da izlediği yol çok farklıdır; nefrettir o, kin.
Genellikle nefret ettiğimiz kişiler sevgi duygumuza zarar vermiştir. Ya sevdiğimiz birisine zarar vermiştir ya da zamanında nefret ettiğimiz kişiyi çok sevmişizdir. Zaten sevgi duymayan insanlar pek nefret de etmez. Bu duygulardan arınmış, akılları ve kalpleri rahat insanlardır onlar, ama şanslı mı şanssız mı oldukları büyük bir muammadır. Herhalde bunun cevabı kolay kolay bulunamaz.

27 Şubat 2009 Cuma

Geçmiş günü beyhude yere yad etme
Bir gelmemiş an için de feryad etme
Geçmiş gelecek masal bütün bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbad etme

Ömer HAYYAM

26 Şubat 2009 Perşembe

Kızıl Kral'la Savaş

Gel! Seni istediğin yerlere, istediklerine götüreyim diyor Kızıl Kral. O içimde, ruhumda, aklımın ince kıvrımlarında yaşıyor. Söylediğim sözlere karışıyor, benim gözlerimle görüp benim ağzımla konuşuyor kimi zaman. Tökezlediğim zaman elimden tutuyor, üzüldüğüm zaman intikam kelimesini öğretiyor bana. Üzülmek nedir bilmiyor ama üzmek… İşte onu çok iyi biliyor. Soğuk bir kral o, sadece kazanmayı biliyor. Narsist de biraz... Kendisini çok seviyor. Kazanmayı da seviyor. Kazanmak varken başkalarına fırsat vermek neden diyor. Elimi tut ve kazan. Tüm gün bunları fısıldıyor zihnimde.
Acıma duygusu yok, sevgisi yok. Buz gibi. Bu yüzden her zaman dinlemiyorum onu ama bazen dinletiyor kendini. Bu işi iyi biliyor, kaybettiği bir askeriyim sonuçta. Uzun süre dinledim onu, kölesi olmadım belki ama elçisiydim. Bu yüzden peşimde hala. Karanlık bir köşede saklanıp en zayıf anımda çıkıyor karşıma, en duygusal anımda. Yolumu kaybettiğim zaman haritasını yayıyor önüme. Yolları zevkli olduğu kadar da korkunç, kapkaranlık.
Başkalarını yaraladığı kadar ruhumu da yaralıyor o yollardaki dikenler. Kaçıyorum bu yüzden. Kendimden bile kaçıyorum beni bulamasın diye. Çünkü yerimde durmaya devam edersem yakalayacak beni ve belki bu sefer kurtulamayacağım. Kölesi olacağım onun, geri dönüşüm zor olacak ya da belki olmayacak bile. Sınavdayım ben, şu an bir sınavı yaşıyorum. Ama kalemim elimde bekliyorum sorular cevapsız hala. İsmimi bile yazmadım kağıda. Dediğim gibi kaçıyorum kendimden. Okuduğum kitapları değiştiriyorum, dinlediğim müzikleri. Uyuduğum saatler bile farklılaştı, davranışlarım tepkilerim değişti, sanki bu ben değilim, belki ikizim ama ben değilim. Ancak gücümü topladığım zaman dönüp yüzleşebilirim onunla. O zaman kölesi olmam onun, o bana itaat eder. Kötülüğün yollarında değil de ışığa yakın yürürüm o zaman.
Ama bekliyorum şimdi, sadece bekliyorum. Bir zamanlar yanımda olan bir el tekrar gelip yardım etsin onunla yüzleşirken diye bekliyorum… Aslında o hem sınavım hem yardımcım yinede şuanda umutla beklemekten başka bir şey yapamıyorum. O yardım gelecek, bunu biliyorum, güveniyorum ve hala bekliyorum…

25 Şubat 2009 Çarşamba

Karanlık Topraklar

Karanlık topraklar
Herkes düşman, herkes dost

Herkes tanınıyor
Ve hiç kimse…
Herkes dürüst zarar verdiğinde
Herkes yalancı cevap isteyince

Herkes konuşuyor
Bir şey söylediğinde
Herkes suskun
Soru sorduğun sürece

Herkes dans ediyor
Sen otururken
Herkes kaçıyor
Sen kalkarken

Herkes susuyor
Yanıt beklediğinde
Herkes gülüyor
Yanıt geldiğinde

Herkes yanıyor
Aklın cehenneminde
Herkes sarhoş
Sesler kavga ederken..

Satranç

Büyük düşünürlerin birçoğu hayatı bir oyun olarak görmüştür. Satranç da bir oyundur. O halde hayatı satranç oyunu, kişileri de taşlar olarak ele alalım.
Kişilere, özellikle arkadaşlarımız gibi sonradan hayatımıza girmiş kişilere yüklediğimiz görevler satranç taşlarınınkiler ile önemli paralellik gösterir. Tabi bunun kişiselleşmesinde en çok değer verdiğiniz, kişisel taşınızın da bir önemi vardır. Benim için bu fildir ama buna daha sonra değineceğim.
Öncelikle kendimizi şah olarak kabul ediyoruz bunu unutmayalım.
Piyonları hayatımıza yeni giren ve özel bir önem vermediğimiz insanlar olarak değerlendirebiliriz. Bildiğiniz gibi piyonlar tahtanın sonuna –yani onlarla oynadığımız elin sonuna- geldiklerinde terfi edebilirler. Hayatımıza yeni girenlerde böyledir, bir süre sonra eğer onlara değer vermeye başladıysak terfi ederler. Onlar ya kale olurlar her zaman bir köşede bulunan sığınağımız, ya at olurlar her ortama kolayca girebilen ajanlarımız ya fil olurlar yakın arkadaşlarımız ya da vezir olurlar –ki bu en zorudur- en çok değer verdiğimiz kişi, dostumuz. Nasıl veziri kaybetmek oyunun sonu olmasada bize büyük yara verir dostumuzu kaybetmek de aynı duyguları gerçek hayatta yaşatır.
Terfi dışında piyonlar ile ara sıra irtibata geçeriz, yanımızdadırlar ama onları fazla fark etmeyiz. Zaten oldukça kalabalıktırlar. Ne onlar bizi çok ilgilendirir ne biz onları… Tabi zaman zaman tahtada ilerleyen dikkatimizi çeken piyonlar olur ki zaten onlar terfi edenlerdir.
Sonra kaleler vardır. Onlar bize çok yakın değildir ama orada olduklarını biliriz, bize güven verirler yeri geldi mi bizi korurlar. Kötü gün dostu da denebilir onlara. Akıl danışmamız gerektiği zaman onlara gideriz, birbirimizi zaman zaman arar sorarız ama bu ağırbaşlı taşlar çok da yakın arkadaşımız değildir.
Atlar ise kıpır kıpır, şeytan tüyü sahibi olabilecek taşlarımızdır. Ne zaman nerde olabilecekleri aynen satranç oyunundaki gibi belirli değildir. Bir anda alakasız bir ortama girebilir oradan bize selam çakabilirler. Onlarla takılmak hoşumuza gider ama taraf değiştirmeleri kolay olduğundan kale kadar güvenilir değillerdir.
Filler ise yakın arkadaşlarımızdır. Bize paralel olarak ilerlerler. Aramızda sadece vezir vardır ki bazen o bile yoktur. Birlikte zaman geçirdiğimiz, birlikte gülüp ağladığımız işte bu arkadaşlarımızdır. İçki ortamlarımızın vazgeçilmezidirler. Onlara değer veririz, onlarda bize değer verir. Onları kaybettiğimiz zaman üzülürüz, kaybetmemek için uğraşırız da zaten. Bazıları ile birçok ortak noktamız vardır, bazıları ise bizden farklıdır daha uzaktır biz siyahtaysak onlar beyazdadır ama zaten bizi tamamlayan bu yönleridir. Yanımızdadırlar, onlar yakın arkadaşlarımızdır. Sırlarımızı paylaştığımız kişilerdir.
Ve vezir vardır. Sağ kolumuzdur, bir parçamızdır. Yanı başımızdadır. Ondan bu tahta üstünde bir tane vardır. Bizden koptuğu zaman canımızı yakar, kanatır. Yeri uzun zaman dolmaz, o kadar değerli bir taş bulmak kolay değildir çünkü. Bizi tamamlayan kardeşimiz, parçamızdır vezirdir.
Hayat bir savaştır, satranç ise savaşın tahta üstünde oynanan versiyonudur. İşe duyguları karıştırırsak arkadaş çevremizi bile bu alanın üstüne yerleştirebiliriz. Çünkü düşmanlarımız da hemen karşımızda cephe almıştır…

23 Şubat 2009 Pazartesi

Çelişki

Neden susuyorsun diyor birinci ses. Git, konuşmaya çalış onunla. Tekrar, tekrar…
Affettirmeye çalış kendini, dost kelimesinin anlamını anlatıyor bana durmadan. Git, konuş, anlat olanları, özür dile, bekleme diyor. Neden ki barışmasın tekrar? Neden dinlemesin ki seni? Git, konuş…
Sus diyor bir diğeri… Yeterince konuştun, bekle artık. Kalbin alev alev yansa da bekle buz tutup donsa da. Umursama. O seni umursuyor mu? Hatırlıyor mu? Hiç düşünüyor mu? Utanmıyor musun kendini bir kişi için parçalamaya, yıpratmaya. Sigaranın dumanında saklanmaya çalıştığın için utanmıyor musun ya da alkolle kendini unutmaya çalıştığın için!
Neden diyor ilk ses? Neden bu kadar ufak bir olay bu kadar büyüdü? Son damla mıydı bu?
Neden söyledi ki, neden söyledin? Böyle mi olması gerekiyordu? Sorular soruyor sürekli bana, suçluyor. Suç senin diyor, her yaptığını hak ettin.
Yalan… Yalan diyor, ikinci ses konuşuyor tekrar. Fazla büyüdü olay. O… sen… Çok büyüttün olayı içinde, olay çok büyüdü. Gerekeni yaptın, yapman gerekeni yaptın… Sus şimdi, bekle diyor. Bir tarafım buz tutuyor sanki öteki yanım yanarken. Sivri, can acıtan bir soğukla buz tutuyor.
Hangisi daha iyi? Buz tutması mı yoksa yanması mı?

22 Şubat 2009 Pazar

Bir dosta...

Arkadaşlık da kaybedilene kadar değeri bilinemeyen şeylerden anlaşılan. O gider ve sen arkasından bakarken anlarsın değerini. Hele o sana güvenirken senin yaptığın bir hata yüzünden çekip gittiyse daha da koyar sana. Uyuyamazsın, okuyamazsın, hayatta tat aldığın şeyler tatsız gelir o yokken. Okuduğun kelimeler anlam ifade etmez. Gece çöktüğünde dönüp durursun yatağında. Kalkarsın ve onunla konuşmak istersin ama her an her konuda konuştuğun kişi bir yabancıya dönüşmüştür artık. Onu kendi ellerinle itmişsindir kendinden uzaklara. Dinlemez seni, silmiştir. Ona duyduğun kızgınlık pişmanlığın içinde erir gider. En çok ihtiyaç duyduğun anlardan birisinde gitmiştir oysaki.
Ne yaptım ben? Niye yaptım? Soruların vardır artık ve çığ gibi büyüyen sorunların. Özürlerin ve anıların kalbine hançer gibi saplanır, ruhunu yakar kavurur. Zaman ister, sadece aranıza buzdan bir duvar örmek için bahanedir. Keşke yapmasaydım dersin bütün gün ama faydası yoktur. Aklını dağıtmak için dışarıya çıkarsın, aksini içki şişelerinin dibinde görmeye çalışırsın ya da onun yüzünü sigaranın dumanında.
Sen peşinden koştukça o kaçar. Belki durur umuduyla beklersin ama o durmaz. Kim olursan ol ağlaman ya da üzülmen faydasızdır artık. Bu senin için tecrübedir, ruhunu yakıp küle çeviren bir tecrübe ve hastalığın sana acımasız oyunudur. Elinde sadece umut ve güven varken sonsuz karanlığa karşı beklersin. Sen yaratmışsındır bu canavarı ve şimdi onunla baş başasındır…

Şarap

Yakutlarla zenginleştirilmiş bir şarap bu bayım,
bakın şişedeki gümüş desenlere ve işlemelere,
renginin kırmızılığına bakın!
ve aromasının hazzına...
alın bir kadeh dolaptan,
çekinmeyin, şişeyi açın, ve tadın.
evet bildiniz!
bildiğimiz karaüzüm bu,
eski bir şarap, değerli, tadın için ve hissedin.
ne oldu?
tadını mı aldınız nefretin?
çekinmeyin, çekinmeyin içmeye devam edin,
yoksa sevdiğiniz kadın mı geldi aklınıza?
ne mi var bu şarabın içinde karaüzümden başka?
yakut var, tadına tad katsın diye,
sarhoş edici bir intikam ve mutluluk duygusu satarken şarabı size,
vicdan azabı olabilir tabi biraz içimde,
başka bir yerde bulamazsınız böyle şarabı,
hatırlamadınız mı beni?
yada şu içtiğiniz şarabı?
korkmuş gibi bakmayın,
tanımış gibi şimdi bakışların,
yoksa adımı mı hatırlayamadın?
çok ısrar ediyorsanız cevaplayayım,
içtiğin şarap, önemli biri değil canım,
sadece eski aşkın...

yakut: kan